sözleri bunalım olmayan şarkılar dinlememi salık vermişti arkadaşım. sözleri olmayan bunalım şarkılar dinlerken buldum kendimi. bu yazının ateşleyicisi, geçenlerde pitchfork'ta yayınlanan, dirty three'nin nick cave'le birlikte otel odasında çaldıkları parçanın videosu oldu.
gruba duyduğum ilginin kaynaklarını araştırmaya çocukken kızkardeşimin kafama oyuncak kemanla vurduğu ana ait fotoğraftan yola çıkarak mı başlamalıyım bilmiyorum. o kadar geriye dönmek gerekir mi acaba? aile albümümüzde şeffaf yapışkan koruyucuyla karton sayfa arasına sıkışıp kalmış bu fotoğrafı dijitalleştirerek siz değerli okuyucuların beğenisine sunmanın olanağı yok artık. öyleyse doksanların son metrelerine doğru ilerleyelim.
dirty three'yle ilk karşılaşmam, horse stories albümüyle oldu. daha önce hiç duymamıştım adlarını ama kapaktaki resme vuruldum ilk görüşte. kızgın şehirler, denizle (o da öfkeli belli ki) kanlı bıçaklı olmuş. gökyüzünde kocaman bir at, denize doğru koşuyor. çocuksu şekiller görünüşte ama renklerdeki belli belirsiz karmaşa, karanlıkla aydınlık arasında mekik dokuyor. sadece sözlerini okuyarak müziği duyabileceğiniz şarkılar var. dirty three'nin sesini ise albümlerindeki resimlerde duyabilirsiniz.
üç adam ayrı odalarda oturmuş, birbirlerinden habersiz aynı şarkıyı çalmak için kırık dökük sesler çıkarıyor. seslerin bütününde ortaya çıkan ruh birliği, dışarıdaki insanların uyum adını verdikleri kurallar silsilesinin ötesinde bir yerlerde. buruşturulup atılmış kağıt çöpler sokakta isteksizce devinirken, sert bir rüzgarla kendi etraflarında mikro fırtınalar yaratarak dönmeye başlıyor. rüzgar durunca kağıt parçaları yerine dönüyor. her şey eskisi gibi. kendini kolay ele vermeyen bir müzik dirty three'nin yaptığı. davul ve gitarın alçakgönüllü bir incelikle dokuduğu sesler, ellis'in kemanından geri durmuyor. iki ses arasındaki boşluk, dördüncü kişi olarak katılıyor müziğe.
dirty three - sirena
[silindi]
konu hakkında daha ayrıntılı bilgi ve belge için 2007 tarihli dirty three belgeseline başvurabilirsiniz. bulana kadar canım çıktı ama çektiğim zahmete değdi (emeğime sağlık). arşiv kayıtlarından tutun, nick cave, steve albini, bobby gillespie, mick harvey, will oldham ve chan marshall gibi sanatçıların tanıklıklarına kadar her bir şeyi doldurmuşlar belgeselin içine. bu da yetmezmiş gibi, bonus diks bölümünde yaklaşık bir buçuk saat süren tokyo konserinin tamamını izleyebiliyoruz. ellis konser boyunca kendinden geçmiş halde hopluyor, zıplıyor, yerlerde sürünüyor, seyircilerin arasına dalıyor. eline ne geçerse onunla çaldığı enstrumanı çıplak elleriyle tırmaladıktan sonra yapacak başka bir şey kalmadığını anladığından mıdır nedir, kemanın üzerindeki mikrofona tüm gücüyle bağırarak bitiriyor konseri.
4 yorum:
Nick Cave delisiyim ama nedense grup elemanlarının yan gruplarına yaklaşma 'zahmetini' çok nadir duyuyorum. Aslında Nick Cave&The Bad Seeds'e duyduğum hissiyatı başka hiçbir grup ya da şeye duyduğumu söyleyemem. Üstelik öyle acayip bir his ki bu, örneğin yeni çıkardıkları bir albümün tümünü dinleyemeden önce, yalnızca tek bir şarkısını, 1-2 ay kesintisiz dinlediğim olmuştur. Dahası Cave Beyefendi'nin müzik dışındaki kitap ve sinema gibi uğraşlarıyla da içli dışlı hale gelme süremi her seferinde uzatıyorum. Hatta ulaşılmaz hale geldikçe daha da mutlu oluyorum, tükenmeyecek hissiyatıyla...
Dirty Three'ye gelecek olursak, bak buna da hiç bulaşmamışım. ama artık buluşacağım.
Bloğun sayesinde, müzik konusunda muhafazakar olan ufkumu biraz genişletebileceğim galiba...
söz konusu olan nick cave'se (gerisi teferruattır :p ), muhafazakar olduğunuzu düşünmek haksız bir itham olur. bad seeds'in başlangıcından bu yana yaşadığı gelişime bakınca zeki, çevik ve aynı zamanda geniş ufuklu dinleyiciye hitap ettiği çıkarımını yapabiliriz. jarmusch'un dead man filminde bir sahne vardı. 'sandal yerinde durduğu halde nasıl oluyor da manzara akıp gidiyor.' diyordu trendeki adam. tren. öpsün sizi nick cave ve kötü tohumlar. keyfinize bakın lütfen. nick cave kaptanlığındaki sandalınız ölmeden önce görülmesi gereken tüm denizlere uğrayacaktır (weeping song?).
not 1: 'buruclii aşortmanları' yakışmış.
not 2: mahmutpaşa'da lupin III penyesi gördüydüm. almadım. pişmanım.
Enteresandır, bugün bir yeniyetmenin üstünde gördüm Lupin tişörtünü ve nerden bulmuş bu kerkenez (çok ayıp) diye de içimden geçirmedim değil. Made in China iş başında... Görüldüğü yerde kellesi vurula!
everything is made in china. http://www.youtube.com/watch?v=3QDYdggTYtk
Yorum Gönder