Cumartesi, Ekim 08, 2011

Çarşamba, Ekim 05, 2011

pushkin

pushkinskaya sokağında meşum bir silahtan çıkan dört kurşun, yıllar sonra iyi şeyler'den çıkan bakır atlı kitabının kapağına saplanır. dead man filminden bir sahneyi hatırlatıyorum. bu silah senin dilin artık. onunla konuşmayı öğreneceksin. ve şiirin kanla yazılacak.

Cuma, Eylül 30, 2011

Gece muzigi

Geceleri hic yerde ortaya cikip sokaklari supuren ruzgarin bir adi olmasi lazim.

Salı, Eylül 06, 2011

Kaldirimlar

Kaldirim genisletme calismalari var yolda. Cevre sakinleri galeyana gelmis. Ne yapacagiz kaldirimi, yolu neden daraltiyorsunuz diye cikisiyorlar gorevlilere. Adam "ama burasi tek yon" diye aciklamaya calisiyor. Biri atliyor ortaya, "gormuyor musun her yonden araba geliyor" diyor. Kaapanista yasli bir teyze cikiyor sahneye: "ne yapacagiz bu kadar kaldirimi? Gazino mu acacagiz?"

Le corbusier'nin 30'larda kaleme aldigi bir metin okumustum gecenlerde. Modern sehircilik uzerine. O zamanlar dunyanin icine etme virusu yalnizca sermayenin bunyesinde yasiyormus gibi bir havasi vardi anlatilan sorunlar ve cozumlerde. Yasami degistirme ve uretme kavgasinda cepheler ortadan kalkmis artik. Alan savunmasindan adam adama savunmaya gecis yapmak lazim.

Pazartesi, Ağustos 15, 2011

I am sitting in a room different from the one you are in now. I am recording the sound of my speaking voice and I am going to play it back into the room again and again until the resonant frequencies of the room reinforce themselves so that any semblance of my speech, with perhaps the exception of rhythm, is destroyed. What you will hear, then, are the natural resonant frequencies of the room articulated by speech. I regard this activity not so much as a demonstration of a physical fact, but more as a way to smooth out any irregularities my speech might have. Alvin Lucier

Pazartesi, Ağustos 01, 2011

tohumlar

"hepimiz günahkarız. yanlışlar yapıyoruz. bu dünyada günah işlememiş bir allahın kulu bulamazsınız. ama insan uğraşır durur; üzerini örtemezse kökünden sökmeye çalışır günahını. ruhundan atmak, unutmak için... yeni bir günahın yaklaştığını hissettiğimizde başka bir yola sapıveririz.
...
çocuklar ana-babalarının günahları için acı çeker. yabani bir hayvanı öldürdüm farzedelim. günah işledim. masum bir ruhu öldürdüm. ailem için. sonra etini çocuğuma verdim. günahlarımın bir kısmı çocuğuma da geçti. çocuğum bir günahkar. benden günahı devraldı. eti yedi. hepsi bu."

Wojciech Kasperski - Nasiona AKA The Seeds (2006)

Salı, Temmuz 26, 2011

Kamu sikismasi

Sehristanbul'un buyuklerimiz tarafindan yuksek modernite eseri olarak tanitilip mimarisine ovguler duzulen kamu binalarinda tuvaletlerin tamamina yakininin kilitlenerek personelin kullanimina hasredilmesi, aganin bokunun ustune bok yapilmadigi tebaa devri nostaljisiyle beraber vatandasin sicmigina duyulan guvensizligin bir disavurumudur. Kamusal alanin orta yerine sicip duvarlari bokumuzla sivamak fantazisiyle kizarir yanaklarimiz. Ne ki isyan sinirlerimiz alinmistir cok onceden. Kamu hizmetinin gonulsuz buzuk-building'ci nesnesi olarak isimizin gorulmesini bekleriz sessizce.

Pazartesi, Temmuz 25, 2011

Kostello on the rocks

Resmin ust yaninda gorunen kaplumbagayi elvis costello'ya benzetmistim ama uzun tirnaklarina bakilirsa bir disi kendisi. Costello'nun disi karsiligi ne olabilir diye dusunmek abesle istigal etmek midir? Filhakika, ironinin altinda saklanan dev buzdagi, erkek cinsine mahsus bir mulk mudur?

Cumartesi, Temmuz 23, 2011

Çarşamba, Temmuz 20, 2011

kendi kendine yanmaz hiçbir şey

neredeyse 20 yıldır her dinlediğimde içimi neşeyle dolduran yorulmaz şarkı. enerjisinden hiçbir şey kaybetmemiş olduğunu keşfetmek güzel bir duygu.


chumbawamba - give the anarchist a cigarette

Salı, Temmuz 19, 2011

Kacis noktasi

Yon bulma kavrayisi zayif bir insan olarak sokaklarda kaybolmaya aliskinim. Zayifligin inatla tekrari, bir tur savunma mekanizmasi gelistirmenize neden oluyor. Kaybolmus olmak tasasiz salinmanin mazeretine donusuyor. Kuskusuz, teorim sokaklarla ilgili. Dogasinda bir butunluk duygusu tasiyan sokaklar. Nerede olursaniz olun sokaktasiniz. Ama binalar oyle degil. Binalar soguk. Icinde olmak yetmez; belirli bir noktasinda, belirli bir saatte bulunmanizi ister. Daireleri, cokgenleri ve akla gelmez hodbinlikleri iceren turlu geometrileriyle, cirkin bir dongunun zavalli kuklasi yapar kisiyi. Kisi bu, doner. Simetrisi ergiyene dek...

Pazartesi, Temmuz 18, 2011

totoş'u takdimimdir

panda kırması kedi totoş, iki adım yürüyüp kıçını devirmeden önce masanın altında antin kuntin işlerle uğraşırken tuğba tarafından görüntülendi.

Cuma, Temmuz 15, 2011

downliners sekt - hockey nights in canada

Ciglik cigliga bir gun demis ki...

Kullanma imkani bulamadiginiz sinema biletlerinizi saklayiniz. Gunun birinde biletin uzerindeki tarihe geri donmek isterseniz zaman makinasindaki yolculugunuzda konduktor kullanilmamis biletinizi kontrol edecektir. Gecmiste kalmis zamanin olu goruntulerine bakmak icin gecmise donmek tehlikeli bir dongu riskini de beraberinde tasir. Karanlik uzayda bir kutlesi olan her Antonioni kisisi bu riski goze alabilir.

Çarşamba, Temmuz 13, 2011

Kizlar & erkekler

Butun aksam 'simdiki kizlar erkekleri kandiriyor' sarkisini aradim, bulamadim. Arif susam mi, nejat alp mi? Taverna arkadaslarimi aradim. Onlar da bilemedi. Sarki baska bir adla mi yayinlanmisti, hidden track miydi? Imdat!

Salı, Temmuz 12, 2011

as the crow flies




the advisory circle - now ends the beginning

simon reynolds'ın retromania'sını okurken, muhteşem ghost box plak şirketinden yayınlanan bu kayıt pek mânidar oldu.

Cumartesi, Temmuz 09, 2011

Beyaz curume

Saclarim beyazliyor. 20 yil sonra bu kez mutlulukla selamliyorum kirlasan saclarimi. Ne curuse yakisiyor.

Run you fools!

Hafta ici runner's world dergisinden kaptigim 3-5 numara sayesinde %10 performans artisi. Usul esasa takaddum eder demis buyuklerimiz. Simdi sira hafta icinden bir aksam ya da sabahi kosu icin calmakta.

Perşembe, Temmuz 07, 2011

Ceds & Nesils

Muze muduru olmasak da hepimizin icinde padisahin sol testisinden bir parca bulunur.

Çarşamba, Temmuz 06, 2011

Zamanin (osu)ruhu

Kankalar birligi daimi temsilcisi dostumla beraber avare yillarimizin sonlarini ensemizde hissettigimiz sikintili bir donemde ortakoy'den besiktas'a dogru turaliyorduk. Onumuzde iki oglan. Onlarin da onunde iki genc kiz. Oglanlar onunde gidenlere hafif siddette birkac sozle takiliyor. Kizlar orali olmuyor ama iki adim sonra iclerinden biri arkadaki oglanlardan birine esasli bir tokat askediyor. Olay cigrindan cikacakmis gibi ama cocuk, yanagini eliyle sivazlarken kahkahalarla gulmeye basliyor. Ben de seni seviyorum diyor kiza. Kizlar kikirdiyor bu sefer. Neyse bu son cumle onemli degil anlatacaklarim icin. Gorgu tanigi teorisyenler olarak pozisyonu tartisiyoruz dostumla birlikte. Varsayimimiz su: "yavsaklik laf atmakta degil, tokadi yedikten sonra piskin piskin gulebilmekte saklidir." Buzuk turk muharriri ozkok'un bugunku makalesi nedense yukaridaki hikayeyi hatirlatti bana. Yuce gonullu bir yavsak vesselam.

Kavram kargasi

Sariyer'de kilisenin onundeki cay bahcesinde oturuyorum. Burasi ne kilisesi bey amca? Yahudi kilisesi diyor bey amca. Sen iyisi mi bir cay daha ver bana.

Salı, Temmuz 05, 2011

Somay vs k666

Ruyamda bulent somay beni dilencilere para vermedigim icin itham ediyordu. Adimin yanina ikidebir 666 ekleyip... Nerden tanimisti ki beni? Baska bir noktadan ovuyor muydu yoksa dupeduz yerin dibine mi geciriyordu anlayamadan baska bir ruyaya gectim. Yerle birdi gok.

Pazartesi, Temmuz 04, 2011

o çocukların isyanı

sahnede reggae tınıları başladı. türkiş dubbed. yıldızlı şapka. aşk, barış, devrim (bunu duyduğumdan pek emin değilim aslında). biraz küfürlü bir şarkı söyleyeceğiz şimdi hep beraber dedi bandonun vokali. benim o.larla bir sorunum yok. tek derdim o. çocuklarıyla nakaratlı bir şarkı. zamanımızda karşı olmak bıçak sırtında yürümekle eşdeğer. azınlıkta kalan bir güzelliği savunurken çoğunluğun üzerinize yapışan pisliklerini farketmiyorsunuz. tabii sahnede de şöyle bir dert var. bir yandan sokaktan biri olmak, bir yandan karşı olmak. ama sokaktan söz ederken bütün ataerkil kökleri de beraberinizde taşıyorsunuz. karşı olduğunuz da yine toplum dışılık oluyor ve söylem ilk anda garip karşılansa da bir şekilde sahipleniliyor. karşı olmak, yalnız kalacağını bile bile gerekirse o. çocuklarını da savunabilmektir. yok sayma, tiksinti ve aşağılamanın karşısında çekilen acıyı azaltacak merhemin inanmakla yakın bir bağlantısı olsa gerek.

Pazar, Temmuz 03, 2011

Run to the hills

Kosu maceram duse kalka ama tam gaz devam ediyor. Bu sabah yikimin esigine gelmis bedenimi yerinden kaldirip semt stadinda teyzelerle birlikte kaldigim yerden sahayi tavaf etme isime geri dondum. Murakami kosarken hicbir sey dusunmedigini soylerken hakliymis. Nikotin lekeli cigerlerimle gunesin alninda hareket etmek beynimde katmerli bir bosluk yaratiyor. Dunya dursa durup ne oluyor diye dusunmem herhalde. Bir de kosu tanisikliklari, tanikliklari var. Terli ve sessiz bir sosyallik. Duzenli olarak kosanlara ozenip onlarla sidik yaristirirken sistemleri hata verenler var mesela. Bir zamanlar ben de boyle kaptiriyordum kendimi. Sonra eve surunerek donmek zorunda kaliyordum. Gun gectikce belli bir alcakgonulluluk disiplini ediniyorsunuz. Tasidiginiz mal'zemeyi taniyorsunuz ya da. Sakalli bir amca gordum bugun. Parkurda atletik bir genci sollamaya calisirken donup "her sabah bir bardak bal yiyip kosuyordum. Bugun oyle geldim, dizlerim tutmuyor simdi gordun mu bak" dedi genc adama. Adamda da sahanin gonullu antrenoru havasi vardi ki, herkese tavsiyeler veriyordu. Duzenli kosmak lazim abi. Bir tur yuru simdi teyze. Amcaya da "birakmayacaksin baba, balsiz gelmeyeceksin" dedi. Etrafindaki insanlarin icinde bulundugu ortak aktivitenin en buyuk bilirkisi olmak onu gururlandiyordu besbelli. Kosmak kesinlikle basit bir eylem degil. Bir tane kosu for dummies kitabi edinmem lazim.

Cumartesi, Temmuz 02, 2011

Run for your lives

Uc hafta once yeniden kosmaya basladim. Ilk hafta sonu firesiz... ikinci hafta sonu sistem pazar sabahi iflas etti. Bugunse sabah 6'ya kurdugum saati duyamadim bile. Bir yerde hata yapiyorum sayin murakami biliyorum. Sorun, cok bilinmeyenli bir denklem.

Cuma, Temmuz 01, 2011

Sifir

Iki tus genisliginde sifir, masanizda salon salamanje bir genisleme yaratir.

Perşembe, Haziran 30, 2011

Hafif yolculuk kuralları

Don ve atlet yeterlıdır coklukla

Cumartesi, Nisan 30, 2011

kaymak kodu

akıl büken, beyin gıdıklayan bir filmi izlemek için sinema biletine para harcamakla, uzun yolculukların yükünü hafifletmek için terminalden bulmaca dergisi satın almak arasındaki fark giderek azalıyor. vovizovi'nin source code'unu izlerken, üzerime vazife olmasa da, türk sinemasının bu damardan nasıl beslenebileceğini düşündüm gayri ihtiyari. dallanıp budaklanan girift akrabalık ilişkilerimiz, en az bir inception ya da bilemediniz donnie darko kadar içinden çıkılması zor senaryolara dayanak oluşturabilir. fatma'nın eltisi memnune bir süredir gördüğü kabusların etkisi altında zor günler geçirmektedir. kocasının ısrarıyla görümcesinin kaynının pek methettiği bir hocaya görünür. hoca, baldızının memnune'nin dünürünün üvey oğlunun bacanağıyla yasak bir ilişki yaşadığından habersiz, memnune'nin rüyalarının yıllar önce ölmüş dedesinin kayın biraderinin, kumar masasında dayısının oğlunu tufaya getirerek kazandığı gizemli bir makineden kaynaklandığını söyler. memnune bu makineye ve rüyalarının ardındaki sırra ulaşabilecek midir?

Cuma, Nisan 15, 2011

gotikev

büyük oranda 70'lerin sonuna atfedilen avro-çöp film müziklerinin günümüz elektronik gelişmeleri ışığında deşifresini yapan umberto'dan sonra xander harris, bayrağı 80'lere doğru taşımış gözüküyor. yazın gelişiyle ışığın pencerelerden içeri sızmasından hazzetmeyen karanlık ruhlar, urban gothic adlı albümden the house parçasını dinleyerek fulci'nin the house by the cemetery filmi atmosferinde bir süre daha hayatta kalmayı başarabilir. akşam saatlerinin son serin rüzgarları ise xanger harris'in toplamasında direnmeye devam ediyor.

xander harris - the house

Çarşamba, Nisan 13, 2011

çıplak göz

sığ düşünce, yüksek beğeni standartlarıyla donanmıştır. ama kopartılan kahkaha tufanı içinde ne oldukları duyulmaz hiç (imdb top 100 mü?). çetin inanç, sözün tıkanıp kaldığı noktada en sağlam kozunuzdur. tartışmasız kötü. izlemek bile gerekmez. herkes tarafından kabul görmüş kitschliği, güruhun ortak eğlence malzemesidir. daha ilerisini düşünmeniz istenmez. nasıl da beceriksizce apartılmıştır onca kült film, değil mi? gülünüz. onun bu söylenenleri masum bir utanç ve pişmanlıkla kabullendiğini bilmeseniz de olur.
nude for satan izliyordum. şimdilerde gözlerimin yavaşça kaybettiği uzağı net görme becerisinin film izlememe engel olmayacağına kendimi inandırmak için flu görüntülerle mi haşır neşir olmak istiyordum? mümkün. gotik bir şato ve terkedilmeye yüz tutmuş geniş bahçesi, tuhaf ev sahibi ve hizmetçisi, mebzul miktarda çıplaklık, zaman üzerine iddialı bir teori. malzemeler ağız sulandırıyor ama tarife gelince el ayak dolanıyor, sıra şaşıyor. seyirci olarak bir oyun icat etmeye zorluyor bu durum beni. acemice kaydedilmiş her sahneyi kafamda yeniden kurguluyorum bu oyunda. filmi aynı anda tekrar inşa etmeye çalışıyorum. başka zaman olsa ayırdına varamayacağım ayrıntılar takılmaya başlıyor gözüme. kaza sahnesinde kadrajın içine savrulan tekerleği siliyorum. bahçenin etrafında hep aynı yere çıkan adam şatoya bakmasın istiyorum. ama örümcek kalsın. kadını düşerken görüntüleyen kamera hilesine neredeyse sevgi besliyorum. başka nasıl çekilebilirdi ki? ekrandan yansıyan ışıkla yarıştırdığım beynim teklemeye başlıyor sonra. kıvıramadığım anlar çoğalıyor. filmin son dakikalarında teslim bayrağını çekiyorum, boşluğu yakalamaya çalışır gibi danseden çıplak kadınların ağır çekim görüntülerine bırakıyorum kendimi. yönetmenle birlikte ateşe veriyoruz filmi. herkes kendi yoluna gidiyor. başka bir beklentimiz yoktu ki...

Pazartesi, Nisan 11, 2011

the people vs. george lucas vs. el libro de piedra

film festivali programımın belgesel yoğunluklu geçen ilk haftasının kapanışını the people vs. george lucas ile yaptım. star wars hayranı değilim. çocukluğum star wars evrenini düşleyerek geçmedi. serinin beni en hoş tutan yanı, hayranların saplantılı yaşamlarını gözlemlemek olmuştur, doğruya doğru. filmdeki gezegenlerarası politika, ticaret, sürdürülebilir kalkınma, sosyal sorumluluk vs. gerçek yaşamda aklınıza gelebilecek her türlü kavramsal saçmalığın da beni biçare sıkıntılara gark ettiğini söylemeden edemeyeceğim.

anladığım kadarıyla, star wars hayranlarının yakarışları şu noktada toplanıyor: bir zamanlar birleşik devletler bilmem ne kongresine çıkıp siyah beyaz filmlerin renklendirilmesinin kültürel mirasın topluma mal olmuşluğuna aykırı olduğunu söyleyerek mevcut kopyaların orijinal halleriyle korunmasını ve iyileştirilmesini isteyen lucas, kendi mirasını geleceğe taşırken neden köklü bir yeniliğe gidiyor ve bu arada orijinal kopyaların dağıtıma girmesini engelliyor? hayranların o filmleri çocukluklarında gördükleri biçimiyle sahiplendiğini bilmiyor mu? filmde şimşek hızıyla akıp giden görüntüler ve konuşmalardan sanat eserini korumak için yapılacak müdahalenin sınırı neresidir sorusunu düşünecek zaman bulamıyoruz ama star wars örneğinde nerede saf tutmamız gerektiği parmakla işaret ediliyor. sonunda george lucas'ı iyisiyle kötüsüyle sevmeliyiz ana fikri de ihmal edilmiyor. tartışmada taraf olmamı sağlayacak tutkunun bende eksik olması, durumu kendimce tahlil etmemi engellemedi neyse ki. imdadıma damdan düşer gibi yetişti el libro de piedra.

bundan tam 700 yıl önce (filmin çekildiği tarihten itibaren saymaya devam edersek 740 olmuş bile) avusturya'da holstäinburg adı verilen bir yerde çok güçlü ve korkunç bir cadı ölmüş. rivayet o ki kötü cadı, ölüme karşı gelmenin bir yolunu bulmuş ve öldükten bin yıl sonra dirileceğine kesin gözüyle bakıyormuş. onu tek endişelendiren şey, muhteşem büyü kitabıymış. toprağın altında geçireceği o kocaman zaman diliminde zavallı kitabı bir ölümlü gibi korunmasız kalacak, hatta belki yok olacakmış. onu da kendisi gibi ölümsüzleştirmek için aklına şeytani bir fikir gelmiş. kitabı oğlunun ellerine teslim edip ikisini de taşa çevirmiş. artık oğul ve kitap, hiç değişmeden (taşın da aşınacağı bilimsel gerçeğini kurcalamayın siz), birbirlerine göz kulak olacaklarmış o dönene kadar.

bu masalla george lucas'ın yukarıda özetlemeye çalıştığım tavrını üst üste getirdiğinizde tam olarak bir benzerlik elde etmeniz mümkün değildir. lucas, arada bir mezarından kalkıp kitabını revize eden bir cadıdır daha çok. hayranların konumu nedir öyleyse? kitabı korumak için taşlaşmak zorunda kalan çocuk mu? heykelin etrafını saran kötülük ekseninde mağdur olan ziyaretçiler mi? lucas'ın hünerli elleriyle kapitalizmin araçlarından faydalanarak kendini bir canavara dönüştürmesi o kadar açık ki, hayranların mutlaka masum bir rolü olması gerektiğine inanıyoruz. ama el libro de piedra'nın cadısı tam da onlardır işte. çocukluğuna ait anıları nostalji büyüsüyle taşlaştırıp bin yıl boyunca bozulmadan kalmasını arzu eden geçmiş zaman tapınağının müritleri. yoksa ne diye amacı "oynanılmak, dokunulmak, eskimek" olan oyuncakları bile kutusundan çıkarmaya ödleri kopsun ki? muhteşem eşleşme!

Cuma, Ocak 14, 2011

Pazartesi, Ocak 10, 2011

diğerleri

duvarların arasından yola sızan sular ayak izlerini tutmuyor yerde. bir yürüyüş yürümeye devam edelim. bir uyku uyuyalım bitince.

bvdub - past disappears

mülksöz

dünyada arsızca sahiplenilmemiş tek bir şey bulamazsınız kuşkusuz. başlangıçta söz vardı, evet. rastlantısallığın mülk edinmesi tasarlanmış bir eylemdir. gösterilen, göstergeler arasındaki ilişkiden bağımsız üçüncü kişinin varlığına armağan edilir. zaman geçtikçe önceki aidiyetin izleri silinir, yeni malikler çamura bular cevherde parıldayan ne varsa. manzarayı görmek pek güçleşir. size kalan ya çevirmenin ön sessizliğidir ya da okuyucunun fazla yükseklerdeki arka tamponu.

Çarşamba, Ocak 05, 2011

ayraç

gitmek istemediğim ama gitmek zorunda olduğum bir yolculuğun biletini sıkıştırmıştım kitabın arasına. ne zaman kitabı açsam biletle birlikte yolculuğun ağrılı anıları da sökün ediyordu. bir çıkar yol bulmalıydım ancak okuma uğraşımın boş olduğu düşüncesinden bir türlü kurtulamıyor; hasis şahsiyetimin de tesiriyle, serbest pazar ekonomisini benimseyen memleketimizde artık sıkça rastlanan incelikli kırtasiye ürünlerinin karşısında ürkek kalıyordum. hem o ayraçtan sarkan ipler ne oluyordu öyle? kitabın matbaada doğduğu hacimden dışarı taşmasına neden olacak bir salkım saçaklığı kabul edemezdim. üzerinde ünlü ressamların eserlerinin olduğu ayraçlar, resim sanatı konusundaki zaafiyetimi anımsatıyor; desenli olanları dikkatli bakınca basmakalıp olmaktan kurtulamıyordu. kargaşanın önüne geçmek için küçük ve tercihen boş kağıt parçalarını kullanmaya başladım. ancak kitabın arasındaki kağıt parçasını bulmak için debelenirken neredeyse kitabı okumak için harcadığım zamana denk bir çaba harcıyordum artık. ayraçlar yirmili yaşlarımda tanıştığım cep telefonları gibiydi. telefon numaralarını aklımda tutmam gerekmiyordu ama bu sayede hafızamda yarattıkları boşluk, telefonun kendine özgü maharetlerini öğrenmeye çalışırken kaybolup gidiyordu. ayraç kullanmak haramdı bana. dokunmak bile istemiyordum. hayli uzun bir zaman sayfa numarasını ve kaldığım cümleyi ezberimde tutarak yaşamıma huzur içinde devam ettim. ta ki postadan gelen kitabın arasında bu ayracı bulana kadar. dayanılmaz derecede itici olduğunu düşündüğüm halde kitaptan çekip çıkaramıyorum onu. okumaya geçmeden önce bir dakikalığına saygı duruşuna geçmiş gibi onu düşünüyorum. göz göze gelmekten korkuyorum ama parmaklarım kitabın kenarında ona ulaşma heyecanıyla aranıp duruyor. kitabın içinde yaşamını sürdüren asalak bir organizma o. okumanın verdiği zevkin ufkunda tarifsiz zevksizliğiyle bir güneş gibi parlıyor. resimlerin ebleh okuyucu kitlesine yönelmiş oryantalist oltasını düşünmek beni sinirlendiriyor. okuyucunun atalarını saray çevresiyle ilişkilendirerek kurduğu geçmiş fantezilerini düşününce de gülüyorum. hayatta bir toz zerresi kadar değeri olamamış tebaanın üremesine o vakitler yasak mı getirilmiş ki, 'çokluk' okuyanların seçimi, kendilerini özdeşleştirdikleri saray zerzevatından yana oluyor?

Pazartesi, Ocak 03, 2011

büyük uyku

chandler'ın philip marlowe'unu yetişkin bir holden caulfield olarak gören özgüven'in teorisine küçük bir çıkma yaparak, marlowe'un delikanlılık anlayışının sinemadaki karşılığını chang cheh filmlerinde aramak nasıl olurdu? omuz omuza erkek kardeşliği, yasalara uygun olmasa da ahlaki çerçevede görülen işler, kötülük kıvılcımları saçan kadınlar...

romanda kadınların işgal ettiği negatif kutup, kurgudan taşıp gerçekliği de zapturapt altına almış olmalı ki, zavallı faulkner filmin senaryosunu yazarken bogart'ın karısının oynadığı karaktere pek çok sahnede yer açmak zorunda kalmış diye düşünüyor insan. ancak kitaptan filme geçerken silip süpürülen unsurlarla çalakalem eklenenleri yan yana koyunca perdenin arkasında bir el takılıyor gözümüze. kadının görünen kötülüğünün de üzerinde bir güç. elin varlığını duyumsamak, daha geniş bir görüş açısına kavuşmamızı sağlıyor. ben bunu tarihin en büyük baskı aracının bir görünümü olarak algılıyorum. elimde çok güçlü kanıtlar var.