Cumartesi, Ağustos 31, 2013

virginia woolfoğlu


cengiz kurtoğlu, virginia woolf için söylüyor: yıllar senindir.

Cuma, Ağustos 30, 2013

bir uzun mesafe koşucusunun asabiyeti

hepimiz haruki murakami'nin askerleriyiz. nike ayakkabı şirketinin bu yılki koşusuna yazdırdım adımı geçen hafta. kasım ayındaki on kilometrelik istanbul maratonu için iyi bir ön hazırlık. ama her şirkette olageldiği gibi reklamlarına, sloganlarına, pompaladıkları yaşam biçimine gözünüz takılmasın sakın. tam bir sinir harbi. ayakkabıda mündemiç teknolojiyle teknik olarak uçabileceğiniz iddiasında bulunmak yetmiyor artık. bunu çok iyi biliyoruz. az evvel zikrettiğim şirketin şimdiki şiarı da şehrin her bir sıkıcı metresini koşarak, onu tekdüzeliğinden kurtarma, yeniden tanımlama ve en nihayetinde katarsise özdeş bir ele geçirme eylemi üzerine kurulu.

yeryüzünün bir bölümünü kağıt üzerinde ölçeklendirmek, tahakkümle ne derece ilgili ise, bu toprak parçasının birey tarafından yeniden tanımlanması, o derece tahakküm karşıtı bir eylemdir. yeni bir şey değil söylediğim. marx, benjamin, lefebvre, harvey gibi düşünürlere bakın. sonra marx'ın şarap örneğine biraz göz gezdirin. oradan harvey'nin marx'tan aldığı topu göğsünde yumuşatarak şiir gibi bir röveşataya kalktığı, çok uluslu şirketlerin bir şehrin özgünlüğünü pazarlamak için çelişkili bir biçimde o özgünlüğün nasıl içine ettiklerini anlatan asi şehirler kitabındaki makalesini okuyun. tüm bunların ışığında şunu sormak lazım: sana ne oluyor be nikeciğim?  senin özelinde konuşmayı kesiyorum.

sermayeye bu kadar iddialı ve yalancı olma rahatlığını veren, biraz da kendi yarattığı kitlenin sermayenin ideallerine olan bağlılığı değil mi? aynı şirketin istanbul şehrinde koşmak üzerine birtakım kişilerin görüşlerini yayınladığı siteye bakalım. sultanahmet ve civarı için şöyle buyurulmuş:
koştuğum rota, tarihi yarımada diye tabir edilen yer. özellikle turistlerin varlığı bu sokaklara bir avrupa şehri rahatlığı katıyor.
koşmak için rahat ortamı sağlayan, kendini yaşadığın şehirden başka bir yerde (bir avrupa ülkesi tabii) düşlemek. tatlı düşlerin insan topluluklarının en temel haklarının ihlaline zemin hazırlayacağını düşünebilir misiniz? şans işte, denk geldi. bugün radikal kitap'ta istanbul, müstesna şehrin istisna hali adlı kitap için yapılmış bir söyleşi vardı. ayşe çavdar, kentsel dönüşümün psikolojik altyapısından söz ediyor. "tarlabaşı yıkılmadan önce, ne kadar çok kapkaç haberi okuyorduk. sonra tarlabaşı yıkılırken kimse sesini çıkarmadı. devlet tarlabaşı'nı kriminalize ederken, inanmaya çok hazırdık." çok yakında orası da koşmak için uygun, uygar bir yer olacak. peki herkesin kalabalıklığına şaşırdığı, iyiden iyiye göze batmaya başlayan arap nüfusunu ne yapacağız? (keşke avrupalılar gelse onların yerine, diyen birini tanıyorum). bu adamları da memleketlerine sağ salim gönderirsek (bizde ırkçılık olmaz) sokaklarımız çiçek gibi olur. yine sıkıcılaşırsak daha önce olanları unutur ve büyüklerimizin bizim için yeni bir koşu ve slogan bulmasını bekleriz.

 ne demişti george orwell, sonra da ratm çok güzel alıntıladıydı: geçmişi kontrol eden, geleceği de kontrol eder. şimdiyi kontrol eden, geçmişi de kontrol eder. ikibölübeşbeze ise abdurrahman palay'ın sesinden şimdiki zamanın sokaktaki sesini pek güzel yansıtmış idi: "şimdi bize hayatı yasak edenlerden hesap soracağız."

Salı, Ağustos 27, 2013

kuzin bette

o kocası olacak polonyalı sünepe wenceslas'ın gizlice valérie'yle flört etmeye kaçtığı gün, hortense kızımız bütün gece dışarıdan gelen araba seslerini dinler, ha geldi ha gelecek bekler durur. saat sabahın biri, herif hala ortada yok. bizimki başına bir iş mi geldi diye kendini paralıyor, a benim cancağızım. ben de sene sanki 1840'lar değilmiş gibi -1848 kesin değil, onu biliyorum- telefonla arasa iyi olur bence diyorum kendi kendime. balzac, zaman kurgusunu saat ustası gibi işlediği romanının hangi sarsak beyinler tarafından okunduğunu bilseydi...

ama balzac'a daha çok acı verecek olan, iyi - kötü şeklinde kesin çizgilerle ayrıılmamış ve her biri az çok kapitalizmin çamuruna bulanmış karakterlerinden kuzin bette'e iltimas geçen intikam dolu yürekler olurdu bence. kuzin bette'in velinimeti (!) ailenin boğazına çökme hikayesinde üzücü bir yan görmememiz, ikibinli yılların başında aşırı derecede tükettiğimiz güney koreli intikam filmleri yüzünden oldu bana kalırsa. koskoca balzac, eşittir kapitalizm, kent yaşamı ve insanlık komedyası üzerine yazılmış binlerce sayfa, daha yeni geride bıraktığımız on yılın ehlileştirilmemiş duygular parodisine mi kurban gitti? hayır. çok saçma. teori çöktü beyler, dağılın.

Cumartesi, Ağustos 24, 2013

artamonoff


artamonoff'un geçen yüzyılın başlarında çektiği istanbul -ve biraz efes vs.- fotoğraflarının yer aldığı sergi -fotoğrafların tümüne buradan ulaşılabiliyor sanırım- kent ve fotoğraf üzerine pek çok düşünceyi tetikleyen türden. her şeyden önce üzerinde yaşadığımız bu beton kente zamanın kalıntıları arasında terkedilmiş bir yer duygusunu veren o boşluk. istanbul olduğuna inanmamamızın nedeni fotoğraftaki o belirli açı mı yoksa artık orada var olmadığını bildiğimiz gözün nesnesi mi? işte size tarih öncesine ait bir alain robbe grillet. ya da bilemedin le orme. icadından beri fotoğrafın şok edici belge niteliğini kaybetmediğini güçlü bir şekilde hissetmeniz ise başka bir hikaye. ne kadar tostmodernleşsek de, geçmişten gelen bir yüz ifadesi, ya da kentin sokaklarının bir uçtan bir uca görünümü değerini korumaya devam ediyor. yalnız bu mu? kentle birlikte içinde yaşayanları da dişlerinin arasında parçalayan canavarın sesinin kulağınızda çınladığını itiraf edin.