Pazar, Temmuz 26, 2015

sahibinin sesi

sevim burak sahibinin sesi oyununda bilal'in delice konuşmaları karşısında zevcei bahtsız zembul'ü (ya da sümbül, ya da matmazel zembul allahanati) yazı dilinde "hii... hiii..." diye ağlatır. olay 1930'lu yıllarda geçiyor. benim çıkarabildiğim Aralık 1930 - Haziran 1931 tarihlerinde. sevim burak ölmeden bir yıl önce yayınlanmış kitap. ağlama seslerinin taklit edildiği diyalogları okurken şimdilerde yazıda böyle ağlamadığımızı düşündüm. yenilerden bir örnek verilecek olsa "ühü... ühü..." olmaz mıydı bu? geçen zaman içinde duyduğumuz sesleri yazıya dökerken farklı bir işitme duygusu veya kavrayış mı geliştirdik? en azından 1980'lerde ühü'yü yazıya dökmüş birileri olmalı diye düşünüyorum. ben şimdiye kadar hiç dikkat etmedim. fakat bir tiyatro oyunu söz konusu olduğu için ağlama sırasında çıkan sesin tonu konusunda fikir sahibi olmamızı sağlayacak bir ipucu verilmek istenmiş de olabilir. tiz ve histerik bir tonda tekrar eden hıçkırıklar mesela. o halde bilal, babasının ölüp ölmediğini kontrole gelen dr. jak'a "bana muzaffer seza deyin" derken dr. jak'ın "muzaffer seza... heee.. he." diye gülmesini nasıl canlandıracağız zihnimizde? "hehe" değil, "heh heh" hiç değil. roman ya da hikaye olsa burak nasıl ağlandığını-gülündüğünü anlatacak üç beş kelam bulur, ses taklidiyle uğraşmazdı herhalde.

alan moore'un h.p. lovecraft öykülerinden esinlenerek yazdığı çizgi romanlardan ilki (daha öncesi var mı bilmiyorum) court yard'ı okuyordum. fbi ajanı sax, vahşice işlenen seri cinayetleri aydınlatmak için aklo denilen bir uyuşturucunun peşine düşer. satıcının evinde aklo'yu deneyecektir. satıcı, sax'ın kulağına tuhaf kelimeler fısıldamaya başlar:

wza-y'ei. sözcük içimde yazın gürleyen gök gibi patlıyor. gözkapaklarımın içine swastika ve bok böceklerini yansıtıyor... sonra başka bir sözcük fısıldanıyor kulaklarıma. dünyanın bilinen dillerinde yazılmamış, dengi olmayan bir sözcük... dho-hna... nefes almadan içiyorum onu. eldivendeki el, değirmen kanatlarındaki rüzgar gibi taşıyıcısına anlam veren bir güç. eşiği geçerek ona anlam veren bir misafir ya da istenmeyen kişi... aklo bir uyuşturucu değil. bunun yarısı kadar akla oyunlar oynayabilecek bir uyuşturucu yok. aklo bir dil...
(sonrasında evde, olay anında...)
şimdi anlıyorum ki burası ne clinton caddesi, ne de ben gerçekten oradan geçtim. ben burada üzerine eğilmiş başucunda dururken ikimiz de sana uyguladığım sözel yeniden inşanın bir parçasıyız sadece. 
...
fhtagn

yazıya gelince hepimiz sahibimizin sesiyiz.

Cumartesi, Temmuz 25, 2015

twitter'da, facebook'ta yayıncıların ve kitabevlerinin samimiyetine kanıp baskısı tükenmiş kitapların ne zaman tekrar yayınlanacağını ya da dükkanlarına ne zaman geleceğini  soruyorum arada bir. son derece istikrarlı biçimde şimdiye kadar hiçbirinden cevap alamadım. ciddiye alınmak için leziz, keyifli kelimelerinden birisini cümle içinde kullanmam mı gerekiyor? ya da "mutlaka okunmalı, sçılmalı" şeklindeki moda kalıbı mı tercih ederlerdi? kitabı satın alıp kahveyle birlikte fotoğrafını çekerek instagrama koyacağıma and mı içeyim?