Pazartesi, Ekim 07, 2013

günün son ışıklarını göbüşünde toplayarak akşam ayazına hazırlık yapan kedi.


Cumartesi, Ağustos 31, 2013

virginia woolfoğlu


cengiz kurtoğlu, virginia woolf için söylüyor: yıllar senindir.

Cuma, Ağustos 30, 2013

bir uzun mesafe koşucusunun asabiyeti

hepimiz haruki murakami'nin askerleriyiz. nike ayakkabı şirketinin bu yılki koşusuna yazdırdım adımı geçen hafta. kasım ayındaki on kilometrelik istanbul maratonu için iyi bir ön hazırlık. ama her şirkette olageldiği gibi reklamlarına, sloganlarına, pompaladıkları yaşam biçimine gözünüz takılmasın sakın. tam bir sinir harbi. ayakkabıda mündemiç teknolojiyle teknik olarak uçabileceğiniz iddiasında bulunmak yetmiyor artık. bunu çok iyi biliyoruz. az evvel zikrettiğim şirketin şimdiki şiarı da şehrin her bir sıkıcı metresini koşarak, onu tekdüzeliğinden kurtarma, yeniden tanımlama ve en nihayetinde katarsise özdeş bir ele geçirme eylemi üzerine kurulu.

yeryüzünün bir bölümünü kağıt üzerinde ölçeklendirmek, tahakkümle ne derece ilgili ise, bu toprak parçasının birey tarafından yeniden tanımlanması, o derece tahakküm karşıtı bir eylemdir. yeni bir şey değil söylediğim. marx, benjamin, lefebvre, harvey gibi düşünürlere bakın. sonra marx'ın şarap örneğine biraz göz gezdirin. oradan harvey'nin marx'tan aldığı topu göğsünde yumuşatarak şiir gibi bir röveşataya kalktığı, çok uluslu şirketlerin bir şehrin özgünlüğünü pazarlamak için çelişkili bir biçimde o özgünlüğün nasıl içine ettiklerini anlatan asi şehirler kitabındaki makalesini okuyun. tüm bunların ışığında şunu sormak lazım: sana ne oluyor be nikeciğim?  senin özelinde konuşmayı kesiyorum.

sermayeye bu kadar iddialı ve yalancı olma rahatlığını veren, biraz da kendi yarattığı kitlenin sermayenin ideallerine olan bağlılığı değil mi? aynı şirketin istanbul şehrinde koşmak üzerine birtakım kişilerin görüşlerini yayınladığı siteye bakalım. sultanahmet ve civarı için şöyle buyurulmuş:
koştuğum rota, tarihi yarımada diye tabir edilen yer. özellikle turistlerin varlığı bu sokaklara bir avrupa şehri rahatlığı katıyor.
koşmak için rahat ortamı sağlayan, kendini yaşadığın şehirden başka bir yerde (bir avrupa ülkesi tabii) düşlemek. tatlı düşlerin insan topluluklarının en temel haklarının ihlaline zemin hazırlayacağını düşünebilir misiniz? şans işte, denk geldi. bugün radikal kitap'ta istanbul, müstesna şehrin istisna hali adlı kitap için yapılmış bir söyleşi vardı. ayşe çavdar, kentsel dönüşümün psikolojik altyapısından söz ediyor. "tarlabaşı yıkılmadan önce, ne kadar çok kapkaç haberi okuyorduk. sonra tarlabaşı yıkılırken kimse sesini çıkarmadı. devlet tarlabaşı'nı kriminalize ederken, inanmaya çok hazırdık." çok yakında orası da koşmak için uygun, uygar bir yer olacak. peki herkesin kalabalıklığına şaşırdığı, iyiden iyiye göze batmaya başlayan arap nüfusunu ne yapacağız? (keşke avrupalılar gelse onların yerine, diyen birini tanıyorum). bu adamları da memleketlerine sağ salim gönderirsek (bizde ırkçılık olmaz) sokaklarımız çiçek gibi olur. yine sıkıcılaşırsak daha önce olanları unutur ve büyüklerimizin bizim için yeni bir koşu ve slogan bulmasını bekleriz.

 ne demişti george orwell, sonra da ratm çok güzel alıntıladıydı: geçmişi kontrol eden, geleceği de kontrol eder. şimdiyi kontrol eden, geçmişi de kontrol eder. ikibölübeşbeze ise abdurrahman palay'ın sesinden şimdiki zamanın sokaktaki sesini pek güzel yansıtmış idi: "şimdi bize hayatı yasak edenlerden hesap soracağız."

Salı, Ağustos 27, 2013

kuzin bette

o kocası olacak polonyalı sünepe wenceslas'ın gizlice valérie'yle flört etmeye kaçtığı gün, hortense kızımız bütün gece dışarıdan gelen araba seslerini dinler, ha geldi ha gelecek bekler durur. saat sabahın biri, herif hala ortada yok. bizimki başına bir iş mi geldi diye kendini paralıyor, a benim cancağızım. ben de sene sanki 1840'lar değilmiş gibi -1848 kesin değil, onu biliyorum- telefonla arasa iyi olur bence diyorum kendi kendime. balzac, zaman kurgusunu saat ustası gibi işlediği romanının hangi sarsak beyinler tarafından okunduğunu bilseydi...

ama balzac'a daha çok acı verecek olan, iyi - kötü şeklinde kesin çizgilerle ayrıılmamış ve her biri az çok kapitalizmin çamuruna bulanmış karakterlerinden kuzin bette'e iltimas geçen intikam dolu yürekler olurdu bence. kuzin bette'in velinimeti (!) ailenin boğazına çökme hikayesinde üzücü bir yan görmememiz, ikibinli yılların başında aşırı derecede tükettiğimiz güney koreli intikam filmleri yüzünden oldu bana kalırsa. koskoca balzac, eşittir kapitalizm, kent yaşamı ve insanlık komedyası üzerine yazılmış binlerce sayfa, daha yeni geride bıraktığımız on yılın ehlileştirilmemiş duygular parodisine mi kurban gitti? hayır. çok saçma. teori çöktü beyler, dağılın.

Cumartesi, Ağustos 24, 2013

artamonoff


artamonoff'un geçen yüzyılın başlarında çektiği istanbul -ve biraz efes vs.- fotoğraflarının yer aldığı sergi -fotoğrafların tümüne buradan ulaşılabiliyor sanırım- kent ve fotoğraf üzerine pek çok düşünceyi tetikleyen türden. her şeyden önce üzerinde yaşadığımız bu beton kente zamanın kalıntıları arasında terkedilmiş bir yer duygusunu veren o boşluk. istanbul olduğuna inanmamamızın nedeni fotoğraftaki o belirli açı mı yoksa artık orada var olmadığını bildiğimiz gözün nesnesi mi? işte size tarih öncesine ait bir alain robbe grillet. ya da bilemedin le orme. icadından beri fotoğrafın şok edici belge niteliğini kaybetmediğini güçlü bir şekilde hissetmeniz ise başka bir hikaye. ne kadar tostmodernleşsek de, geçmişten gelen bir yüz ifadesi, ya da kentin sokaklarının bir uçtan bir uca görünümü değerini korumaya devam ediyor. yalnız bu mu? kentle birlikte içinde yaşayanları da dişlerinin arasında parçalayan canavarın sesinin kulağınızda çınladığını itiraf edin.

Salı, Mayıs 28, 2013

Yatakta ayagimi koydugum yer isininca daha soguk bolgelere dogru arayisa gecmek, baloncuklu naylonun balonlarini sirayla patlatmak gibi.

Pazar, Mayıs 26, 2013

edebiyat tarihindeki ölüm sahnelerini derleyen bir antoloji düşünün. günümüz insanının çok çektiği spoiler illetinden azade olmasını beklemek hayal olur fakat nasıl bir şey ortaya çıkacağına dair varsayımlarda bulunabiliriz. büyük romanların ölüm sahnelerini aklıma getirmeye çalışıyorum. yaşamı tüm dokulara nüfuz edercesine işleyen yazar, uçurumun kıyısına geldiğinde boşluğa doğru bağırıp sesinin yankısını boşuna bekler gibidir. kendi eserinin tanrısı rolüne soyunsa da daha ilerisi için söz söylemekten sakınır. iyi de yapar. ama bir şey var ki, her iyi ölüm kurgusunun olmazsa olmazıdır. son anın fotoğrafında  hep bir şaşkınlık gözlemlenir. geri dönme isteğinin ardından her şeyin çok geç olduğu duygusu. zihinde şimşek gibi çakan "şimdi sıçtık" ünlemi. bu da olmasa ölmenin hiç heyecanlı bir tarafı olmayacak diye düşünürsünüz.

Pazartesi, Mayıs 20, 2013

Sokaktaki konteynirin bekciligini yapan kedi.
Oto yıkama kedisi

Perşembe, Mayıs 16, 2013

öğle tatillerinde ev yemeği yapan lokantalarda karnını doyuran emekçi sınıfıyla neden ortak bir muhalif bilinç geliştiremiyoruz da bir tabak çalı çırpıya en az on lira verip inimize geri dönüyoruz? david harvey'nin 150 yıl önce  paris'i anlattığı kitabında buırjuvaziye korku salan bu sokak pratiği bizde neden işlemiyor?


...In this they were simply confirming the slowly dawning fears of bourgeois reformers: that the mass of the population of Paris, deprived of the facilities and comforts necessary to a stable family life, were being forced onto the streets and into places where they could all too easily fall prey to political agitation and ideologies of collective action. That the cabarets, cafés, and wineshops provided the premises for the elaboration of scathing criticism of the social order and plans for its reorganization was all too evident to Poulot.

Çarşamba, Mayıs 15, 2013


léo malet'nin hilmi yavuz'a benzediğini düşünmek tüylerimi diken diken ediyordu.

the national'ın trouble will find me albümüne dair arzuhalim

sevgili the national,
uzun bir aradan sonra yeni albümün "trouble will find me" ile sevenlerinin karşısına çıktın. içindeki çocuk hala "benim sorunum ne, daha fazla dayanamıyorum, cinlerimle bana acır mısın şu köşeye kıvrılsam" şarkıları söylüyor. sen büyümezken ben de yolun yarısına gelmişim şaka maka. sana yalan borcum mu var, şarkılarını dinlerken dikkatimi veremiyorum artık derdine, tasana. içimi yaşlıca bir hınzırlık kaplıyor kanser gibi. "sesi de iyice nodül yapmış pezevengin" diyorum, başka da bir şey gelmiyor aklıma. bir doktora görün. belini ört. kendini üzme. dünyalığını yaptın iyi kötü. büyüme zamanı geldi geçti hey hey hey.