Cuma, Ağustos 30, 2013

bir uzun mesafe koşucusunun asabiyeti

hepimiz haruki murakami'nin askerleriyiz. nike ayakkabı şirketinin bu yılki koşusuna yazdırdım adımı geçen hafta. kasım ayındaki on kilometrelik istanbul maratonu için iyi bir ön hazırlık. ama her şirkette olageldiği gibi reklamlarına, sloganlarına, pompaladıkları yaşam biçimine gözünüz takılmasın sakın. tam bir sinir harbi. ayakkabıda mündemiç teknolojiyle teknik olarak uçabileceğiniz iddiasında bulunmak yetmiyor artık. bunu çok iyi biliyoruz. az evvel zikrettiğim şirketin şimdiki şiarı da şehrin her bir sıkıcı metresini koşarak, onu tekdüzeliğinden kurtarma, yeniden tanımlama ve en nihayetinde katarsise özdeş bir ele geçirme eylemi üzerine kurulu.

yeryüzünün bir bölümünü kağıt üzerinde ölçeklendirmek, tahakkümle ne derece ilgili ise, bu toprak parçasının birey tarafından yeniden tanımlanması, o derece tahakküm karşıtı bir eylemdir. yeni bir şey değil söylediğim. marx, benjamin, lefebvre, harvey gibi düşünürlere bakın. sonra marx'ın şarap örneğine biraz göz gezdirin. oradan harvey'nin marx'tan aldığı topu göğsünde yumuşatarak şiir gibi bir röveşataya kalktığı, çok uluslu şirketlerin bir şehrin özgünlüğünü pazarlamak için çelişkili bir biçimde o özgünlüğün nasıl içine ettiklerini anlatan asi şehirler kitabındaki makalesini okuyun. tüm bunların ışığında şunu sormak lazım: sana ne oluyor be nikeciğim?  senin özelinde konuşmayı kesiyorum.

sermayeye bu kadar iddialı ve yalancı olma rahatlığını veren, biraz da kendi yarattığı kitlenin sermayenin ideallerine olan bağlılığı değil mi? aynı şirketin istanbul şehrinde koşmak üzerine birtakım kişilerin görüşlerini yayınladığı siteye bakalım. sultanahmet ve civarı için şöyle buyurulmuş:
koştuğum rota, tarihi yarımada diye tabir edilen yer. özellikle turistlerin varlığı bu sokaklara bir avrupa şehri rahatlığı katıyor.
koşmak için rahat ortamı sağlayan, kendini yaşadığın şehirden başka bir yerde (bir avrupa ülkesi tabii) düşlemek. tatlı düşlerin insan topluluklarının en temel haklarının ihlaline zemin hazırlayacağını düşünebilir misiniz? şans işte, denk geldi. bugün radikal kitap'ta istanbul, müstesna şehrin istisna hali adlı kitap için yapılmış bir söyleşi vardı. ayşe çavdar, kentsel dönüşümün psikolojik altyapısından söz ediyor. "tarlabaşı yıkılmadan önce, ne kadar çok kapkaç haberi okuyorduk. sonra tarlabaşı yıkılırken kimse sesini çıkarmadı. devlet tarlabaşı'nı kriminalize ederken, inanmaya çok hazırdık." çok yakında orası da koşmak için uygun, uygar bir yer olacak. peki herkesin kalabalıklığına şaşırdığı, iyiden iyiye göze batmaya başlayan arap nüfusunu ne yapacağız? (keşke avrupalılar gelse onların yerine, diyen birini tanıyorum). bu adamları da memleketlerine sağ salim gönderirsek (bizde ırkçılık olmaz) sokaklarımız çiçek gibi olur. yine sıkıcılaşırsak daha önce olanları unutur ve büyüklerimizin bizim için yeni bir koşu ve slogan bulmasını bekleriz.

 ne demişti george orwell, sonra da ratm çok güzel alıntıladıydı: geçmişi kontrol eden, geleceği de kontrol eder. şimdiyi kontrol eden, geçmişi de kontrol eder. ikibölübeşbeze ise abdurrahman palay'ın sesinden şimdiki zamanın sokaktaki sesini pek güzel yansıtmış idi: "şimdi bize hayatı yasak edenlerden hesap soracağız."

Hiç yorum yok: