Çarşamba, Ocak 13, 2010

dünyaya düşen adam

...ve bir gün, bas jan mutfaktan sandalyesini alıp çatıya çıktı. ilk düşüşünü gerçekleştirmek için... yere çarptığı anda, sanatçı bundan sonra kullanacağı malzemeyi de bulmuştu. yerçekimi... yaşamımızın tüm görünümlerini yöneten temel güç. ilk adımlarımızda bize meydan okuyan, yaşam yolculuğunun sonuna geldiğimizde bizi deviren yerçekimi. kimi için tanrının eli ya da evrenin düzenleyici ilkesi. kimilerine göreyse yaşamın karmaşasını ya da varlığımızın saçmalığını temsil eden şey. (here is always somewhere else, rene daalder)

kaybolmak ve kaybetmek fiillerinin bu blogda kullanımı süresiz yasaklandığından (totokontrol) düşmekle yetininiz. o da ancak alıntı şeklinde ve kaynak gösterilmesi şartıyla.

titus andronicus - upon viewing brueghel's "landscape with the fall of icarus"
[silindi]

2 yorum:

Tuğba dedi ki...

Yerçekimi diye birşey yoktur. Varolduğu sanılan şey, insanoğlunun, özgür olma korkusundan dolayı geliştirdiği birşeylere bağlanma hissiyatının tezahürüdür.

http://www.myspace.com/juryokuzero

k dedi ki...

var işte, var bi' kere yerçekimi :-) savını destekleyen metinler var gerçekten de geçmişten bugüne 'uçuşarak' gelen. leo malet'nin güneş bize haram kitabının açılış sözü geldi aklıma. 'kuyuya itenin bir önemi yok, bizi dibe götüren kendi ağırlığımızdır' diyordu galiba. yerçekimsizlik kuramını içler dışlar çarpımı yaparak doğruladığı gibi bir his uyandı bende. ama asıl darbeyi dostoyevski karamazov kardeşler'de anlattığı büyük engizisyoncu meseliyle indiriyor. yüksek müsaadenizle anlatmak isterim. isa 16. yüzyılda seville'de dünyaya geri döner. engizisyonun en debdebeli zamanı. dönmesiyle tutuklanması bir olur. engizisyon başkanı, isa'yı karşısına alır ve niye döndün ki der. insanların özgür olmalarını istedin ama onlar bu yükü kaldıramazlardı. biz de gereken ayarlamayı yaptık. 've insanlar bir kez daha koyun gibi güdülmelerine ve onlara bu denli acı çektirmiş olan baş belası özgürlük hediyesinin sonunda yüreklerinden alınmasına çok sevindiler'.

bu belgeselde de bas jan'ın düşüşlerine ilişkin güzel bir yorum var. önemli olan yere düşene kadar başından geçenler ya da yere düşme anı değil, saniyenin belki de onda biri gibi kısa bir sürede kafasında oluşan 'kendini koyverme iradesi'dir diyor arkadaşı. hikayenin sonunda 'kaybolmak' gibi çok daha sancılı (geride kalanlar için özellikle) bir varoluş durumuna geçmesini ise, malum yasak ve benim yorumlama özürüm nedeniyle, anmakla geçiştiriyorum.

özgürlüğün ağırlığına geri dönersek, adorno'nun da bu konuda mutlaka bir yorumu vardı diye düşündüm ama önümde duran işin sabahın erken saatlerine kadar sürme olasılığıyla profiterollü pastanın cazibeli görünüşü arasında gidip gelirken iki satırın yakasını bir araya getirmek mümkün değil.