film festivali programımın belgesel yoğunluklu geçen ilk haftasının kapanışını the people vs. george lucas ile yaptım. star wars hayranı değilim. çocukluğum star wars evrenini düşleyerek geçmedi. serinin beni en hoş tutan yanı, hayranların saplantılı yaşamlarını gözlemlemek olmuştur, doğruya doğru. filmdeki gezegenlerarası politika, ticaret, sürdürülebilir kalkınma, sosyal sorumluluk vs. gerçek yaşamda aklınıza gelebilecek her türlü kavramsal saçmalığın da beni biçare sıkıntılara gark ettiğini söylemeden edemeyeceğim.
anladığım kadarıyla, star wars hayranlarının yakarışları şu noktada toplanıyor: bir zamanlar birleşik devletler bilmem ne kongresine çıkıp siyah beyaz filmlerin renklendirilmesinin kültürel mirasın topluma mal olmuşluğuna aykırı olduğunu söyleyerek mevcut kopyaların orijinal halleriyle korunmasını ve iyileştirilmesini isteyen lucas, kendi mirasını geleceğe taşırken neden köklü bir yeniliğe gidiyor ve bu arada orijinal kopyaların dağıtıma girmesini engelliyor? hayranların o filmleri çocukluklarında gördükleri biçimiyle sahiplendiğini bilmiyor mu? filmde şimşek hızıyla akıp giden görüntüler ve konuşmalardan sanat eserini korumak için yapılacak müdahalenin sınırı neresidir sorusunu düşünecek zaman bulamıyoruz ama star wars örneğinde nerede saf tutmamız gerektiği parmakla işaret ediliyor. sonunda george lucas'ı iyisiyle kötüsüyle sevmeliyiz ana fikri de ihmal edilmiyor. tartışmada taraf olmamı sağlayacak tutkunun bende eksik olması, durumu kendimce tahlil etmemi engellemedi neyse ki. imdadıma damdan düşer gibi yetişti el libro de piedra.
bundan tam 700 yıl önce (filmin çekildiği tarihten itibaren saymaya devam edersek 740 olmuş bile) avusturya'da holstäinburg adı verilen bir yerde çok güçlü ve korkunç bir cadı ölmüş. rivayet o ki kötü cadı, ölüme karşı gelmenin bir yolunu bulmuş ve öldükten bin yıl sonra dirileceğine kesin gözüyle bakıyormuş. onu tek endişelendiren şey, muhteşem büyü kitabıymış. toprağın altında geçireceği o kocaman zaman diliminde zavallı kitabı bir ölümlü gibi korunmasız kalacak, hatta belki yok olacakmış. onu da kendisi gibi ölümsüzleştirmek için aklına şeytani bir fikir gelmiş. kitabı oğlunun ellerine teslim edip ikisini de taşa çevirmiş. artık oğul ve kitap, hiç değişmeden (taşın da aşınacağı bilimsel gerçeğini kurcalamayın siz), birbirlerine göz kulak olacaklarmış o dönene kadar.
bu masalla george lucas'ın yukarıda özetlemeye çalıştığım tavrını üst üste getirdiğinizde tam olarak bir benzerlik elde etmeniz mümkün değildir. lucas, arada bir mezarından kalkıp kitabını revize eden bir cadıdır daha çok. hayranların konumu nedir öyleyse? kitabı korumak için taşlaşmak zorunda kalan çocuk mu? heykelin etrafını saran kötülük ekseninde mağdur olan ziyaretçiler mi? lucas'ın hünerli elleriyle kapitalizmin araçlarından faydalanarak kendini bir canavara dönüştürmesi o kadar açık ki, hayranların mutlaka masum bir rolü olması gerektiğine inanıyoruz. ama el libro de piedra'nın cadısı tam da onlardır işte. çocukluğuna ait anıları nostalji büyüsüyle taşlaştırıp bin yıl boyunca bozulmadan kalmasını arzu eden geçmiş zaman tapınağının müritleri. yoksa ne diye amacı "oynanılmak, dokunulmak, eskimek" olan oyuncakları bile kutusundan çıkarmaya ödleri kopsun ki? muhteşem eşleşme!
1 yorum:
Shinobi-chan'ın darklink kitisi,
Nefis bir yorum olmuş, ellerine sağlık! ;-)
Yorum Gönder