Cuma, Ocak 14, 2011

Pazartesi, Ocak 10, 2011

diğerleri

duvarların arasından yola sızan sular ayak izlerini tutmuyor yerde. bir yürüyüş yürümeye devam edelim. bir uyku uyuyalım bitince.

bvdub - past disappears

mülksöz

dünyada arsızca sahiplenilmemiş tek bir şey bulamazsınız kuşkusuz. başlangıçta söz vardı, evet. rastlantısallığın mülk edinmesi tasarlanmış bir eylemdir. gösterilen, göstergeler arasındaki ilişkiden bağımsız üçüncü kişinin varlığına armağan edilir. zaman geçtikçe önceki aidiyetin izleri silinir, yeni malikler çamura bular cevherde parıldayan ne varsa. manzarayı görmek pek güçleşir. size kalan ya çevirmenin ön sessizliğidir ya da okuyucunun fazla yükseklerdeki arka tamponu.

Çarşamba, Ocak 05, 2011

ayraç

gitmek istemediğim ama gitmek zorunda olduğum bir yolculuğun biletini sıkıştırmıştım kitabın arasına. ne zaman kitabı açsam biletle birlikte yolculuğun ağrılı anıları da sökün ediyordu. bir çıkar yol bulmalıydım ancak okuma uğraşımın boş olduğu düşüncesinden bir türlü kurtulamıyor; hasis şahsiyetimin de tesiriyle, serbest pazar ekonomisini benimseyen memleketimizde artık sıkça rastlanan incelikli kırtasiye ürünlerinin karşısında ürkek kalıyordum. hem o ayraçtan sarkan ipler ne oluyordu öyle? kitabın matbaada doğduğu hacimden dışarı taşmasına neden olacak bir salkım saçaklığı kabul edemezdim. üzerinde ünlü ressamların eserlerinin olduğu ayraçlar, resim sanatı konusundaki zaafiyetimi anımsatıyor; desenli olanları dikkatli bakınca basmakalıp olmaktan kurtulamıyordu. kargaşanın önüne geçmek için küçük ve tercihen boş kağıt parçalarını kullanmaya başladım. ancak kitabın arasındaki kağıt parçasını bulmak için debelenirken neredeyse kitabı okumak için harcadığım zamana denk bir çaba harcıyordum artık. ayraçlar yirmili yaşlarımda tanıştığım cep telefonları gibiydi. telefon numaralarını aklımda tutmam gerekmiyordu ama bu sayede hafızamda yarattıkları boşluk, telefonun kendine özgü maharetlerini öğrenmeye çalışırken kaybolup gidiyordu. ayraç kullanmak haramdı bana. dokunmak bile istemiyordum. hayli uzun bir zaman sayfa numarasını ve kaldığım cümleyi ezberimde tutarak yaşamıma huzur içinde devam ettim. ta ki postadan gelen kitabın arasında bu ayracı bulana kadar. dayanılmaz derecede itici olduğunu düşündüğüm halde kitaptan çekip çıkaramıyorum onu. okumaya geçmeden önce bir dakikalığına saygı duruşuna geçmiş gibi onu düşünüyorum. göz göze gelmekten korkuyorum ama parmaklarım kitabın kenarında ona ulaşma heyecanıyla aranıp duruyor. kitabın içinde yaşamını sürdüren asalak bir organizma o. okumanın verdiği zevkin ufkunda tarifsiz zevksizliğiyle bir güneş gibi parlıyor. resimlerin ebleh okuyucu kitlesine yönelmiş oryantalist oltasını düşünmek beni sinirlendiriyor. okuyucunun atalarını saray çevresiyle ilişkilendirerek kurduğu geçmiş fantezilerini düşününce de gülüyorum. hayatta bir toz zerresi kadar değeri olamamış tebaanın üremesine o vakitler yasak mı getirilmiş ki, 'çokluk' okuyanların seçimi, kendilerini özdeşleştirdikleri saray zerzevatından yana oluyor?

Pazartesi, Ocak 03, 2011

büyük uyku

chandler'ın philip marlowe'unu yetişkin bir holden caulfield olarak gören özgüven'in teorisine küçük bir çıkma yaparak, marlowe'un delikanlılık anlayışının sinemadaki karşılığını chang cheh filmlerinde aramak nasıl olurdu? omuz omuza erkek kardeşliği, yasalara uygun olmasa da ahlaki çerçevede görülen işler, kötülük kıvılcımları saçan kadınlar...

romanda kadınların işgal ettiği negatif kutup, kurgudan taşıp gerçekliği de zapturapt altına almış olmalı ki, zavallı faulkner filmin senaryosunu yazarken bogart'ın karısının oynadığı karaktere pek çok sahnede yer açmak zorunda kalmış diye düşünüyor insan. ancak kitaptan filme geçerken silip süpürülen unsurlarla çalakalem eklenenleri yan yana koyunca perdenin arkasında bir el takılıyor gözümüze. kadının görünen kötülüğünün de üzerinde bir güç. elin varlığını duyumsamak, daha geniş bir görüş açısına kavuşmamızı sağlıyor. ben bunu tarihin en büyük baskı aracının bir görünümü olarak algılıyorum. elimde çok güçlü kanıtlar var.